Soru: Kurbanın rüknü nedir?
Cevab: Bismillâhirrahmanirrahim. Kurbanın rüknü:
Kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmak yani bi’l-fiil kesmektir. Bu, olmadıkça kurban yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz. Bu yüzden, kurbanlık hayvanın kesilmeksizin, canlı olarak veya bedelini bir fakire veya hayır müessesesine tasadduk veya teberru etmek, bir fakire nakdi yardımda bulunmak, bir fakirin ihtiyacını karşılamak veya bedelini infak etmek suretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Bu, sadaka olur.
Kurban kesmek yerine, onun bedelini fakirlere dağıtmanın daha uygun olacağı gibi görüşler, son zamanlarda bazı basın-yayın organlarında yer almıştır. ALLAH Teâlâ’nın, kurbanın etine ihtiyacı olmadığına göre, hayvanın kesilmesi yerine nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasının daha uygun olacağı görüşü, kesinlikle doğru değildir. Fıkhî hükmü ister vacip, ister sünnet olsun; kurban ibadetinin ancak kurban olacak hayvanın usulüne uygun olarak kesilerek yerine getirileceği kesindir. Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Müslümanların “Kurban kesilmeyip, onun parası sadaka olarak verilebilir” gibi iddialara asla kulak vermemesi gerekir. Bu bakımdan ey Müslümanlar! Kurbanınızı kesiniz. Kurban kesmeyip onun parasını sadaka olarak verme hatâsını işlemeyiniz. Hem kurban kesiniz, hem sadaka veriniz. Kesilen hayvanın etinin çoğunu fakirlere dağıtınız. Şeriat ve fıkıh kurallarına, yüzde yüz uyarak sizin namınıza vekaleten kurban keseceklerinden katiyetle emin olmadıkça hiçbir kuruluşa kurban parası vermeyiniz. Müslüman hem namazını kılacak, hem orucunu tutacak, hem zekatını verecek, hem kurbanını kesecek ve bunlardan başka elinden geldiği kadar, ALLAH Teâlâ’nın rızası için sadaka dağıtacaktır. “Namaz kılınmasa da olur, onun yerine sadaka verilsin” demek ne kadar batılsa, kurban konusundaki yersiz ictihad da o kadar batıldır.
“Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir, kesilmese de olur, onun yerine sadaka verilsin”, diyenler çıkıyor. Halbuki bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi, şeklinin de değiştirilmesini gerektirmez. Kaldı ki bir ibadetin vacip değil de sünnet olduğunu söylemek, söz konusu ibadetin önemli olmadığı anlamına gelmez; aksi takdirde Hanefi mezhebinin büyüklerinden Ebu Yusuf da dahil, sünnet olduğu yönünde görüş bildiren bütün bilginler itham edilmiş olurlar. Farz ve sünnet, hatta bütün nafile namazların kılınış şekli, hep aynıdır. İbadetlerin; şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
ALLAH Teâlâ’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da Müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde muhtaç kimseye yardım etmek, dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak, bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulabileceği anlamına gelmez.
Din, felsefi bir doktrin değildir. İbadetlerin eda edilişini ve sahih olma şartlarını ortadan kaldırarak indi, keyfi ve nefsani istekler doğrultusunda değişiklikler yapılamaz.
Toplum fertlerinin, 15 asırdır esasta doğru olarak yerine getirdikleri kurban ibadetinin, biçim ve mahiyetçe değişikliğini talep etmek, insanımızı gereksiz yere rahatsız etmekten ve dini hayatımızı krize sürükleme riski ile karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. İslâm Dini’ndeki kurban ibadetini, ilkel dinlerdeki anlayışlarla ve uygulamalarla karıştırmak büyük bir yanlışlıktır.
İlahiyatcı yazar Mehmet Talu hocamızın kaleminden