13 Aralık 2007 Perşembe

Kurbanın rüknü


Soru: Kurbanın rüknü nedir?

Cevab: Bismillâhirrahmanirrahim. Kurbanın rüknü:

Kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmak yani bi’l-fiil kesmektir. Bu, olmadıkça kurban yükümlülüğü yerine getirilmiş olmaz. Bu yüzden, kurbanlık hayvanın kesilmeksizin, canlı olarak veya bedelini bir fakire veya hayır müessesesine tasadduk veya teberru etmek, bir fakire nakdi yardımda bulunmak, bir fakirin ihtiyacını karşılamak veya bedelini infak etmek suretiyle kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Bu, sadaka olur.

Kurban kesmek yerine, onun bedelini fakirlere dağıtmanın daha uygun olacağı gibi görüşler, son zamanlarda bazı basın-yayın organlarında yer almıştır. ALLAH Teâlâ’nın, kurbanın etine ihtiyacı olmadığına göre, hayvanın kesilmesi yerine nakdi tutarının ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasının daha uygun olacağı görüşü, kesinlikle doğru değildir. Fıkhî hükmü ister vacip, ister sünnet olsun; kurban ibadetinin ancak kurban olacak hayvanın usulüne uygun olarak kesilerek yerine getirileceği kesindir. Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Müslümanların “Kurban kesilmeyip, onun parası sadaka olarak verilebilir” gibi iddialara asla kulak vermemesi gerekir. Bu bakımdan ey Müslümanlar! Kurbanınızı kesiniz. Kurban kesmeyip onun parasını sadaka olarak verme hatâsını işlemeyiniz. Hem kurban kesiniz, hem sadaka veriniz. Kesilen hayvanın etinin çoğunu fakirlere dağıtınız. Şeriat ve fıkıh kurallarına, yüzde yüz uyarak sizin namınıza vekaleten kurban keseceklerinden katiyetle emin olmadıkça hiçbir kuruluşa kurban parası vermeyiniz. Müslüman hem namazını kılacak, hem orucunu tutacak, hem zekatını verecek, hem kurbanını kesecek ve bunlardan başka elinden geldiği kadar, ALLAH Teâlâ’nın rızası için sadaka dağıtacaktır. “Namaz kılınmasa da olur, onun yerine sadaka verilsin” demek ne kadar batılsa, kurban konusundaki yersiz ictihad da o kadar batıldır.

“Mezheplerin çoğuna göre udhiyye kurbanının hükmü sünnettir, kesilmese de olur, onun yerine sadaka verilsin”, diyenler çıkıyor. Halbuki bir ibadetin farz olmayışı, onu ibadet olmaktan çıkarmayacağı gibi, şeklinin de değiştirilmesini gerektirmez. Kaldı ki bir ibadetin vacip değil de sünnet olduğunu söylemek, söz konusu ibadetin önemli olmadığı anlamına gelmez; aksi takdirde Hanefi mezhebinin büyüklerinden Ebu Yusuf da dahil, sünnet olduğu yönünde görüş bildiren bütün bilginler itham edilmiş olurlar. Farz ve sünnet, hatta bütün nafile namazların kılınış şekli, hep aynıdır. İbadetlerin; şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir.

ALLAH Teâlâ’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da Müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde muhtaç kimseye yardım etmek, dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak, bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulabileceği anlamına gelmez.

Din, felsefi bir doktrin değildir. İbadetlerin eda edilişini ve sahih olma şartlarını ortadan kaldırarak indi, keyfi ve nefsani istekler doğrultusunda değişiklikler yapılamaz.

Toplum fertlerinin, 15 asırdır esasta doğru olarak yerine getirdikleri kurban ibadetinin, biçim ve mahiyetçe değişikliğini talep etmek, insanımızı gereksiz yere rahatsız etmekten ve dini hayatımızı krize sürükleme riski ile karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. İslâm Dini’ndeki kurban ibadetini, ilkel dinlerdeki anlayışlarla ve uygulamalarla karıştırmak büyük bir yanlışlıktır.

İlahiyatcı yazar Mehmet Talu hocamızın kaleminden

Şişko laikçi, hadi namaza gidelim


Varsayın ki; bir memur, mesai arkadaşına böyle bir ifade kullansın: “Şişko laikçi. Sen Allah’a dua etmesini de bilmezsin. Haydi gel namaza gidelim!”
Ne olur düşünebiliyor musunuz?
Ana caddelerden tanklar mı yürümez!..
Kartel gazeteleri, manşetler mi patlatmaz!..


Televizyonlar yayınlarına ara verip, o ilden canlı yayına mı geçmezler!..

Örneğimizdeki memur yerine, bir hakimi koyup, hitap edilen kişiyi de zabıt katibi yapsak?

Ooooo!

Etraf tozduman olur..

YargıtayBaşsavcısı’ndan tutun, Danıştay Başkanı’na, Danıştay Başsavcısı’na, HSYK Başkanı’na kadar hepsi demeç için sıraya girerler..

YARSAV Başkanı’nı unutur muyuz hiç?

O da, “fırsat bu fırsat” deyip, hemen kameraların karşısına geçip, “Yargının siyasallaşma boyutları ortadadır” diye söylem geliştirirdi!

Sadece söylem ile mi kalırdı iş?

Ne mümkün?

HSYK Başkanvekili, böyle bir olayı gecenin 12’sinde duysa, yarım saat sonra olağanüstü toplantıya başlayıp, 2 dakika içinde ihraç yazısına son imzayı atarlardı bile..

“Böyle bir şey olmuş da, tüm bu zinde güçler olayı mı atlamışlar, olay ne?” diye meraklandınız değil mi?

Evet; aslında buna benzer bir olay yaşanmış..

Ama bir farkla..

“Laikçi” yerine, “dinci” nitelemesi kullanılmış. “Namaza gidelim” yerine de, “İçmeye gidelim” ifadesi sarfedilmiş! (Namaz ve içki kıyaslamasından özür dilerim. Hoş bir kıyas değil, kabul ediyorum.)

Uzatmayalım, hemen kısaca aktaralım olayı. Efendim, Burdur Ağır Ceza Mahkemesi üyesi bir hakim, zabıt katibine şöyle hitap etmiş: “Şişko, sen dincisin, para harcamazsın, hadi içmeye gidelim.'' Ağır Ceza Hakimimiz, hızını bununla da alamamış, bir keşif sırasında, “Aptal herif, size laf söyleyince çarşafa dolanıyorsunuz” şeklindeki hakaretlerini de, herkesin duyabileceği şekilde yüksek sesle “şişko dinci”ye sarfedivermiş!

Ve ne ceza almış biliyor musunuz?

299 YTL.

Pardon, o cezayı da almamış. Çünkü 299 YTL’lik ceza da ertelenmiş!

Yani sizin anlayacağınız, anasından doğduğu gibi, akpak olmuş hakimimiz.

Kim vermiş kararı?

2005 yılında bir avukat hanımı, tanıklık yapmak üzere geldiği Yargıtay’da duruşma salonuna başörtüsü sebebiyle almayan Yargıtay 4.Ceza Dairesi.. Ve de onun üst kurulu konumundaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu!

Peki, Samsun’daki başsavcıyı, AdaletBakanı müsteşarına kırmızı halı serdirdiği için anında savcılığa indiren HSYK ne yapmış?

Burdur’dan Giresun’a, aynı yetki ile göndermiş, Ağır Ceza Hakimimizi!

Orada da Ağır Ceza Mahkemesi üyesi, yeni yerinde de Ağır Ceza Mahkemesi üyesi!

Ceza olarak mı göndermiş, yoksa “Afferin sana. Dinci şişkonun hakkından gelmişsin” diye terfi mi ettirmiş pek anlaşılmıyor..

Ama şu kesin ki, Genelkurmay’a “Şu şu generaller hakkında bazı suçlamalar var.Gereğini yapınız” diye yazı gönderdiği için Ferhat Sarıkaya’yı savcılıktan ihraç eden HSYK, “Şişko dinci. Haydi içmeye gidelim” diyen hakime dikkat çekecek bir ceza uygulamamış! 12 Eylül darbesini yapan 5 general için iddianame hazırlayan Adana Savcısı SacitKayasu’yu, değil savcılık, avukatlık bile yapamaz hale düşüren, üstelik bir de 1 yıl hapis cezası veren yargı organlarımız, “şişko dinci”nin müellifinin sabıka kaydına çizik attırmamış!

İşte güzelim Türkiye böyle yönetiliyor!

Bir yanda, “Deprem ilahi ikazdır. Her olay, ilahi takdir çerçevesinde gelişir” diyene 2 yıl hapis cezası veriyoruz. Cezaevlerinde süründürüyoruz.. Ama emri altında çalışan zabıt katibine “Şişko dinci” diyene ceza vermiyoruz! Verdiğimizi de erteliyoruz!

Çünkü o laik hakimlerimizdendir!

Ona her şey serbest. Hakaret de edebilir, görev başında iken yanındakileri toplayıp, içmeye de gidebilir!

Ne günlere kaldık, hayret doğrusu!

Hatta ben hazırlık yapıyorum, “şişko dinci”nin müellifi olan hakimimiz, yakında Yargıtay’a üye bile seçilebilir..

Hakkıdır onun!..

Niye seçilmesin?

Kaynak: Vakit